Diyanet İşleri Başkanlığınca düzenlenen "2.İlçe Müftüleri Kongresi” Başbakan Yardımcısı Prof. Dr. Numan Kurtulmuş ve Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez'in katılımlarıyla başladı.
Afyonkarahisar’da 4 gün sürecek kongrenin açılış konuşmasını yapan Diyanet İşleri Başkanı Görmez, “Bize ilim ve hikmeti lütfeden, yedi kıtada İslam’a hizmet eden aziz milletimize ve insanlığa hizmet etmeyi şeref olarak bahşeden Yüce Rabbimize hamd-u senalar olsun. İnsanlığın yolunu aydınlatan bütün Peygamberlere, “Biz Peygamberler, dinar ve dirhem miras bırakmayız. İlim ve hikmeti miras bırakırız” buyuran sevgili Peygamberimiz Muhammed Mustafa’ya (s.a.s) salat ve selam olsun” diyerek sözlerine başladı.
10 gün sonra Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kuruluşunun 93. yılını idrak edeceklerini ifade eden Başkan Görmez, “Bu vesileyle Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kuruluşundan bugüne kadar, bu toprakları vatan kıldığımız günden bu yana, milletimizin manevi, dini, ilmi hayatına hizmet etmiş, bugüne kadar çalışmış ve ebediyete irtihal etmiş bütün hocalarımıza Yüce Rabbimden rahmet diliyorum. Berhayat olanlara sıhhat, afiyet içerisinde daha nice hizmetler nasip etmesini Yüce Mevla'dan niyaz ediyorum” duasında bulundu.
“Diyanet İşleri Teşkilatının dayandığı gelenek, İslam medeniyetinin ortak aklı ve ortak vicdanıdır” diyen Başkan Görmez, “Diyanet o ortak aklı ve ortak vicdanı gittiği her yere taşımıştır” diye konuştu. Son günlerde Diyanet ve DİTİB üzerinden yapılan saldırıların aslında İslam medeniyetinin ortak aklına yönelik olduğunu, İslamofobik nefretin hedefinde ise İslam medeniyetinin, medeniyetler üreten ortak aklı ve vicdanı olduğunu vurguladı.
Başkan Görmez, Diyanet İşleri Teşkilatının bugünkü mevzuat ve yapısıyla insanlığın büyük yükünü omuzlamasının mümkün olmadığını ifade ederek “Bugün Diyanet İşleri Teşkilatının, 21.yüzyılda bütün bu dünyanın yükünü omuzlamak için yeni bir yapılanmaya ihtiyacı olduğunu ifade etmek istiyorum” diye konuştu.
Diyanet İşleri Başkanı Görmez’in, Afyonkarahisar'da gerçekleştirilen 2. İlçe Müftüleri Kongresi'nde yaptığı konuşma şöyle:
“Muhasebelerimizi yaparken, dünyamızı, insanlığımızı ve kâinatın içinden geçtiği süreçleri değerlendirmek durumundayız…”
İnsan olarak, omzumuza aldığımız emanetler var. Fakat aynı zamanda birer âlim olarak, milletimizin manevi hayatını ayakta tutmakla görevli birer din gönüllüsü olarak üzerimize aldığımız büyük emanetler var. Biz, görevlerimizi ifa ederken, sadece şehrimizi düşünemeyiz. Çünkü bizim Rabbimiz, bütün âlemlerin Rabbidir. Çünkü bizim dinimiz, sadece Arap’a, Türk’e, sadece belli bir bölgeye gönderilen bir din değildir. Bütün insanlığa gönderilen bir dindir. Çünkü bizim Peygamberimiz, bütün âlemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamberdir. Onun için biz hem kişisel muhasebelerimizi yaparken hem kurumsal muhasebelerimizi yaparken, dünyamızı, insanlığımızı ve kâinatın içinden geçtiği süreçleri değerlendirmek durumunda olduğumuz gibi, aynı zamanda Yüce İslam dininin içinden geçtiği süreçleri, Müslümanların, Müslüman coğrafyanın, mazlum Müslümanların içinden geçtiği süreçleri ve tabi ki ülkemizin içinden geçtiği bütün süreçleri değerlendirmek durumundayız.
“Bizler mihrapta, minberde görev yaparken dünyada yaşanan ifsadın farkında olmalıyız. Bu ifsadı nasıl önleyebileceğimizi düşünmeliyiz…”
Bugün kâinat kitabının ezeli tercümesi olarak, bize hayat veren kitabımıza baktığımız zaman, bütün dünyanın, bütün kâinatın, küresel bir kötülük ile karşı karşıya olduğunu görür ve anlarız. Yüce kitap, yeryüzünün bozguncular tarafından bozulmasından söz eder. Yüce Rabbimiz, “İnsanoğlunun yapıp ettiklerinden dolayı karada ve denizde, fesat ve bozgunculuk yaygınlaştı. Küremizi sardı” buyuruyor. Dolayısıyla bizler aynı zamanda hizmetlerimizi planlarken, mihrapta, minberde, kürsüde görev yaparken bunun farkında olmalıyız. Bütün bu ifsadı nasıl önleyebiliriz? Bugün, açlık, sefalet, adaletsizlik, hukuk ihlalleri, insan haysiyetini ayakları altına alan ticaretler, terör, şiddet, katliam, vekalet savaşları… Bütün bunlar arzı ifsat ediyor. Kainatı bir ifsatla karşı karşıya getiriyor.
“Fesada karşı salah, ifsada karşı ıslah, müfside karşı muslih, mefsedete karşı maslahat her alimin ve din gönüllüsünün en önde gelen vazifesidir…”
Varlığımıza hayat veren kavramlarımız var. İlim, hikmet, marifet, adalet… Bunlar bütün dünyada zayıflamaya devam ediyor. Bütün insanlığa ve bütün dünyaya karşı görevlerimiz ve sorumluluklarımız var. Her âlime, her davetçiye, her tebliğciye, irşat hizmeti yapan her mürşide düşen görevlerden bir tanesi ıslahtır. Fesada karşı salah, ifsada karşı ıslah, müfside karşı muslih, mefsedete karşı maslahat her âlimin her din gönüllüsünün en önde gelen vazifesidir. Yüce Rabbimiz Hazreti Şuayip’in lisanıyla bütün peygamberlerin vazifesinin, görevinin ıslah olduğunu ifade eder. “Gücüm yettiğince bana düşen tek görev, benim yeryüzündeki tek gayem ıslah etmektir” derken, yeryüzünü her türlü kötülükten korumanın, bütün peygamberlerin asli görevi olduğunu, peygamberlerin mirasçısı olarak ilan edilen âlimlerin de en büyük görevinin yeryüzünü ıslah etmek, yeryüzünü her türlü fesattan, her türlü kötülükten korumak olduğunu açıkça ifade buyurmuştur.
“En büyük fesat, dinin istismar edilerek mefsedete alet edilmesidir…”
Yüce dinimiz İslam’ın içinden geçtiği süreçleri, her birimiz vazifelerimizi ifa ederken göz önünde bulundurmak zorundayız. En büyük fesat, fesadın ve mefsedetin ıslah adı altında yapılmasıdır. En büyük fesat, dinin istismar edilerek mefsedete alet edilmesidir. Tarih boyunca en büyük mefsedetler, en büyük ifsat hareketleri ıslah adı altında yapılmıştır. Onun için bu konuda dikkatli olmalıyız.
“Bugün en büyük tehlike, İslam’ın her türlü mefsedet için istismar edilmesidir...”
Bugün bir din, kültür ve medeniyet olarak İslam’ın var olması ve yok olması arasında Müslümanlar bir mücadeleye mecbur bırakılmıştır. Elbette İslam, Rabbimizin himayesindedir. O, insanın elinde değildir. Rabbimiz kıyamet sabahına kadar İslam’ın baki kalacağını vadetmiştir. Ancak içinden geçtiği süreçlere baktığımızda hepimiz şunun farkında olmalıyız, İslam bir beka sorunuyla karşı karşıya bırakılmıştır. Bugün en büyük tehlike, İslam’ın kendisinin her türlü mefsedet için istismar edilmesidir.
“Canı, malı, dini, aklı, nesli korumak, İslam’ın en temel gayelerindendir…”
Bütün İslam kaynaklarımızda zarurat-ı hamse denilen 5 temel ilkemiz vardır. Canı korumak, malı korumak, dini korumak, aklı korumak, nesli korumak, İslam’ın en temel gayelerindendir. Bugün sadece canımız tehlikede değil, aynı zamanda Müslüman coğrafyada din güvenliği tehdit altındadır. Sadece akıl, nesil, mal güvenliği değil, aynı zamanda din emniyetinin, din güvenliğinin tehdit altında olduğunun farkında olmalıyız.
“Bugün yüce dinimiz İslam, rahmetiyle, adaletiyle, tevhid akidesiyle, özgürlük anlayışıyla ne yazık ki insanlığın gündeminde değildir…”
Son yıllarda yaşadığımız bütün büyük acılarda hem ülkemizde, hem coğrafyamızda, hem de bütün dünyada İslam, insanlığın birinci gündem maddesini işgal etmeye devam ediyor. Ama üzülerek belirteyim; yüce dinimiz İslam, bütün kâinata getirdiği rahmetiyle gündemde değil. Yüce dinimiz İslam, her türlü ayrımcılığı ve ırkçılığı reddeden adaletiyle insanlığın gündeminde değildir. Yüce dinimiz İslam, her davranışa zarafet katan yüksek ahlakıyla, insanlığa getirdiği ahlaki hamideyle insanlığın gündeminde değildir. Börtü böceğe bile şefkat ile muameleyi emreden ilkeleriyle insanlığın gündeminde değildir. Yüce dinimiz insan rububiyeti ve ubudiyeti en sade şekliyle insanlığa takdim eden tevhit akidesiyle insanlığın gündeminde değildir. Kula kul olmayı reddeden özgürlük anlayışıyla insanlığın gündeminde değildir.
“15 Temmuzlar olur ve yine en kötü mefsedet hareketleri, kaynağını İslam’dan aldığını zannederek İslam’a da en büyük darbeyi vurmuş olurlar…”
Üzülerek belirteyim ki, iki asırdır fakirlik, cehalet, sefalet konuşulur, bir şekilde İslam’la ilintilendirilir. Savaş, şiddet, nefret, terör konuşulur, bir şekilde kaynak İslam olarak gösterilir. Kadına karşı şiddet konuşulur bir şekilde suçlu İslam ve Müslümanlar ilan edilir. Çocuk istismarı tartışılır kaynak İslam’da aranır. Kısıtlanan özgürlükler tartışılır yine İslam’la ilişkilendirilir. Mezhep savaşları, meşrep ihtilafları ortaya çıkar, yine insanlığın yapıp ettiklerinin kurbanı İslam olur. Darbe olur, 15 Temmuzlar olur ve yine bir şekilde en kötü mefsedet hareketleri kaynağını İslam’dan aldığını zannederek İslam’a da en büyük darbeyi vurmuş olurlar.
“Yeryüzünde bütün mazlumlar için umut haline gelmiş bir ülke ve bir millet vardır. O da bizim ülkemiz ve bizim milletimizdir…”
Muhasebemizi yaparken göz önünde bulundurmamız gereken önemli hususlardan bir tanesi de, İslam dünyasının, İslam coğrafyasının içinden geçtiği süreçlerdir. İslam medeniyetinin ve yeryüzündeki bütün mazlum Müslümanların içinden geçtiği süreçlerdir. Yüce Rabbimiz, “Siz insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz” buyuruyor. Ama maruf ve münkeri birbirine karıştırdığımız için hayırlı ümmet olma özelliğimizi kaybediyoruz. Adalet vasfımızı kaybettiğimiz için insanlığa örnek olmayı kaybediyoruz. Bu ahval ve şerait içinde yeryüzündeki bütün mazlum Müslümanlar için, şiddete maruz kalmış, vatansız kalmış bütün masum insanlar için, yeryüzünde umut haline gelmiş, mazlum coğrafyada umut haline gelmiş bir ülke, bir millet var; o da bizim ülkemiz, bizim milletimizdir. Milletimiz bu zor süreçte insanlığın vicdan yükünü omuzuna almış, muhacire ensar olmuştur. Onun için hep birlikte coğrafyayı kuşatan habis ideolojilerin bu topraklara asla bulaşmaması için yoğun bir seferberlik içerisinde olduğumuzu ifade etmek istiyorum.
“Diyanet, ezan, Kur'an, bayram, cuma gibi şeâir-i İslam'ın bu topraklarda asla kaybolmaması için bir mücadele içerisinde olmuştur…”
Diyanet İşleri Başkanlığımızın tarihi oldukça önemli ve öğretici bir tarihtir. Din, devlet ve toplum ilişkilerini öğrenmek isteyen Diyanetin tarihini okumak ve incelemek durumundadır. Tarihe kısaca göz attığımız zaman ilk 25 yılda Diyanet İşleri Teşkilatı bu topraklarda milletin bekası ile dinin bekası üzerinde yoğunlaşmış ve bu milletin ancak dinin bekasıyla beka kazanacağı üzerinde durmuş, dinin simgelerini kaybetmemek için mücadele vermiştir. Ezan, Kur’an, bayram, Cuma gibi şeair-i İslam’ın bu topraklarda asla kaybolmaması için bir mücadele içerisinde olmuştur. 5 bin personeliyle her türlü takdiri hak eden büyük insanlar, büyük hizmetlerde bulunmuşlardır. Birinci 25 yıl koruma dönemi olmuştur. İkinci 25 yıl kurma dönemi olmuştur. Müesseseleşmiştir, müesseselerini kurmuştur, imam hatip liseleriyle, ilahiyat fakülteleriyle, Yüksek İslam Enstitüleriyle bu millete tarih sahnesinde süreklilik kazandıracak milletin bekasıyla birlikte dinin bekasını ebedi kılacak önemli müesseselerle varlığını devam ettirmiştir. Üçüncü 25 yıl aynı zamanda küreselleşme dönemleri olmuştur. Milletimizle beraber Avrupa’ya taşınmıştır, milletimizle beraber yurt dışına taşınmıştır. Avrupa’nın her tarafında teşkilatlanmıştır.
“Diyanet İşleri Teşkilatının dayandığı gelenek, İslam medeniyetinin ortak aklı ve ortak vicdanıdır…”
Diyanet İşleri Teşkilatının dayandığı gelenek, İslam medeniyetinin ortak aklı ve ortak vicdanıdır. O ortak aklı ve ortak vicdanı gittiği her yere taşımıştır. Bugün son günlerde Diyanet ve DİTİB üzerinden yapılan saldırılar, yapılan itibarsızlaştırmalar aslında İslam medeniyetinin o ortak aklına yöneliktir, çünkü İslamofobik nefretin hedefinde, İslam medeniyetinin o medeniyet üreten ortak aklıdır, ortak vicdanıdır. Onun için bu dördüncü 25 yıl içerisinde çok daha büyük hizmetler başlamıştır.
“Diyanet sadece Türkiye’nin Diyaneti değildir…”
Artık Diyanet sadece Türkiye’nin Diyaneti değildir, Diyanet aynı zamanda Rusya’da, Orta Asya’da, Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra Müslüman kimliğini yeniden inşa etmeye çalışan Müslüman kardeşlerimizin Diyanetidir. Diyanet aynı zamanda 5 asır birlikte yaşadığımız Balkanlardaki Evlad-ı Fatiha’nın Diyanet’idir. Diyanet aynı zamanda iki asır sömürgeler altında inim inim inleyen Afrikalı Müslüman kardeşlerimizin Diyanet’idir. Diyanet aynı zamanda Latin Amerika’da İslam dünyasıyla irtibatını kaybetmiş 7 milyon Müslümanın Diyanet’idir. Diyanet aynı zamanda Pasifik Asya’da adalarda yalnızlığa terk edilmiş bütün Müslüman kardeşlerimizin Diyanet’idir.
“Diyanet İşleri Teşkilatının 21.yüzyılda bütün bu dünyanın yükünü omuzlamak için yeni bir yapılanmaya ihtiyacı olduğunu ifade etmek istiyorum…”
Başkan Görmez konuşmasının son bölümünde, Diyanet İşleri Teşkilatının bundan sonra yoluna nasıl devam edeceği konusuna değindi. Başkan Görmez, “Bugünkü mevzuatımız ve bugünkü yapımızla Diyanet İşleri Teşkilatının, insanlığın bütün bu büyük yükünü omuzlaması mümkün değildir. Bugünkü Diyanetin mevzuatı 60’lı yıllarda ihtilal sonrasında ara dönemlerin inşa ettiği Diyanet’tir. Bu arkadaşlarımız, kişisel gayretleriyle, çabalarıyla yükü omuzlayarak elbette çok daha ileri noktalara götürmüşlerdir. Ancak bugün Diyanet İşleri Teşkilatının 21.yüzyılda bütün bu dünyanın yükünü omuzlamak için yeni bir yapılanmaya ihtiyacı olduğunu ifade etmek istiyorum” diye konuştu.
"İmamlarımız, namaz kıldırma memuru değildir"
Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş ise diyanet camiasının, yaklaşık 90 bin camisi olan, DİTİB, Diyanet Vakfı ve diğer kuruluşlarıyla 150 bin kişilik ordunun mensupları olduğunu hatırlatarak, şunları söyledi: "Hiçbir yerdeki kamu hizmetlerindeki eksiklikler, yanlışlıklar hiçbir şekilde tolere edilmez ama özellikle İslam dünyasının düşünce olarak, İslami hayat ve düşünce olarak yeniden ihya ve inşasıyla birinci derecede görevli olan bu kadronun, gerçekten işimizi eksiksiz yapmamız, hiçbir boşluk bırakmadan bu milletin, bu ümmetin ve bizden bir şeyler bekleyen mazlum milletlerin derdine derman olacak şekilde bütün vaktimizi bu işe vakfetmemiz gerekiyor. Onun için, içinde bulunduğumuz şartları iyi değerlendirmek, bu şartları iyi okuyarak sorumluluklarımızı yerine getirmemiz gerekiyor.
İmamlarımız, namaz kıldırma memuru değildir, siz müftüler de fetva memurları değilsiniz. Ne müftülüklerimiz ne camilerimiz bizim çalışma alanlarımız, iş yerlerimiz değildir. Bizler her birimiz dinin adamı, kendi hayatını dine adamış insanlar olmak mecburiyetindeyiz. Bizim iş yerimiz falan yok. Bizim mesuliyetimiz olan devlet memurluğunu icra ettiğimiz bir makamımız yok. Bizim sorumlu olduğumuz alan bütün yer küredir. Dolayısıyla hiçbir şekilde camilerimizi ve müftülüklerimizi iş yerlerimiz olarak, bürokratik işlerimizle meşgul olduğumuz mekanlar olarak görmeyeceğiz. Eğer böyle görürsek kendimizi dört duvar arasındaki bir mekana hapsetmiş, İslami hayatın ve düşüncenin yeniden ihyası ve inşasıyla ilgili çalışmalarımızı ihmal etmiş oluruz."
Camilerin, hayatın merkezi olduğunu aktaran Kurtulmuş, "90 bin camimiz ve 120 bin din görevlimiz var. Camilerimiz, evet, geceleri kapanabilir ama en azından sabah namazından yatsı namazına kadar camilerimizin tamamının açık olması, camilerimizin toplumsal buluşma merkezleri haline getirilmesi, imam arkadaşlarımızın gün boyunca mahallede, okulda, çarşıda, pazarda vakit geçirmesi ve kendisinin muhatabı olduğu geniş kitleye mutlaka ulaşması lazım." değerlendirmesinde bulundu.
"Cezalara rağmen yine aynı melaneti işlemeye devam ediyorlar"
Aile kavramına da işaret eden Kurtulmuş, televizyonlarda aile hayatını ortadan kaldıran programları eleştirerek konuşmasına şöyle devam etti: "Aileyi ortadan kaldıracak yıkım programlarının maalesef televizyonlarda da gösterildiğini biliyoruz. Bunlar, Türk örfüne, bizim milletimizin dinine, yaşantısına uymayan hususlar. Ama maalesef hainane bir şekilde, açık söylüyorum, aileyi tahrip edecek şekilde bu programlar, evlilik programları, televizyonlarda gösteriliyor. RTÜK bir sürü cezalar veriyor. O kadar çok para kazanıyorlar ki o cezalara rağmen, yine aynı melaneti işlemeye devam ediyorlar. Bu ve benzeri programlar bir taraftan, diğer taraftan insanı dinden, diyanetten, Allah'a bağlı olmaktan, kendi geleneklerinden ayıracak bir sürü mesele var. Bütün bunların karşısında Türkiye'de aile hayatının ciddi bir tehlike ile karşı karşıya kaldığı açıktır. Bunun için Diyanet İşleri Teşkilatı mensuplarının aileyi yeniden güçlendirecek çalışmalar için mutlaka çok ciddi şekilde hareket etmesi gerekiyor. Gerekiyorsa diğer kurum ve kuruluşlarımızla iş birliği yaparak inşallah ailenin ve kadının güçlendirilmesi için her türlü çalışmalarımızı yapmaya devam edeceğiz."
"DİTİB ve Diyanet İşleri Teşkilatı'ndan korkmayın"
Başbakan Yardımcısı Kurtulmuş, bütün dünyanın, Türkiye'den yayılacak olan dini hayat ve düşünceye ilişkin görüşlere dikkat kesildiğini belirterek, bunu da önlemek için ortaya çıkacaklarını vurguladı.
Avrupa'da DİTİB mensuplarına karşı yapılan baskıların Avrupa'nın şu an içinde bulunduğu siyasi şartlardan kaynaklandığını aktaran Kurtulmuş, sözlerini şöyle sürdürdü: "Fergana Vadisi'nden itibaren gelip, yüzlerce sene Anadolu topraklarında yaşanan bu nezih geleneğin günümüz dünyasında batı toplumlarında da yaşamasını çalışan DİTİB ve Diyanet mensuplarının birtakım baskılar altında bulunması asla kabul edilemez. Bu tamamen, siyasi bir amaçla yapılıyor. Şu anda Avrupa’da, özellikle Almanya başta olmak üzere, faşizmin ayak seslerini duyuyoruz. İslam, göçmen karşıtlığıyla yabancı düşmanlığıyla birlikte bunları siyasi argüman olarak kullanan son derece katı bir milliyetçi tavrının Avrupa'yı baştan sona kasıp kavurmaya başladığı ortadadır. Biz Alman ve Avrupa'daki dostlarımıza tavsiyede bulunuruz. Oradaki DİTİB'in, Diyanet Teşkilatı'nın varlığından sizlerde yararlanın. Orada Diyanet Teşkilatı'nın varlığı barışa, birlikte yaşamaya katkı sağlar. Dolayısıyla DİTİB'den, Diyanet İşleri Teşkilatı'ndan korkmayın."
4 gün sürecek ve durum değerlendirmelerinin yapılacağı kongreye, Diyanet İşleri Başkan Yardımcıları Prof. Dr. Mehmet Emin Özafşar, Prof. Dr. Yavuz Ünal ve Diyanet teşkilatının üst düzey yöneticileriyle birlikte Türkiye genelinde görev yapan ilçe müftüleri katıldı.